
Ozan Doğan
“Alevi Romanların tahakküm ilişkileriyle yüzleşme biçimleri (farklı etnik kökenlere mensup Aleviler tarafından dışlandıkları düşünüldüğünde) çifte tahakkümü de aşar. Örneğin Türk Aleviler tarafından dışlanan Kürt ya da Arap Aleviler, Roman bir Aleviyle karşılaştığında onu dışlayabilmektedir. Bu nedenle Aleviler içerisinde Roman olmak ile Türkiye’de Roman olmak arasında anlamlı bir fark bulunmadığı söylenebilir. Zira benzer kodların her iki alanda da çalıştığı görülür. Diğer taraftan tahakküm ilişkileri Alevi Romanların kendi içlerinde de mevcuttur.”
Ozan Doğan, Türkiye’de hem Alevilerin hem Romanların az bilinen bir topluluğunun, Roman Alevilerin gerçekliğine ışık tutuyor. Roman Aleviler, katmerli bir dışlamanın, başka bir deyişle bizzat dışlananlar arasında da dışlanmanın çarpıcı bir örneği: “Her grubun günah keçisi” onlar. İçlerinden birine “Ne vatandaşız ne Müslümanız ne Aleviyiz. Kimsenin umurunda değiliz” dedirten bir tahakküme tabiler.
Uşak örneğinde yapılan saha çalışmasına dayanan kitap, yaşantı ve ritüellerini tasvir ettiği topluluğun içindeki farklı grupların özelliklerine de eğiliyor (demirciler, elekçiler, sepetçiler, abdallar). Ve Roman Alevilerin maruz kaldıkları dışlanmayla baş etme stratejilerini, var olma mücadelelerini de göz ardı etmiyor.

Tahtacılar, geçmişte Batı Anadolu’nun ve Akdeniz bölgesinin kıyılara bakan dağlık, ormanlık bölgelerinde tahtacılık mesleğini yaparak geçimini sağlamış, mekânsal olarak hareketli, iç evliliklerle kapalı yapısını sürdüren, özgün dinsel örgütlenmeye ve ritüellere sahip Alevi-Kızılbaş, Türkmen topluluklardı. 19. yüzyıl ortalarından itibaren, yaklaşık yüz yıllık bir zaman diliminde yaşadıkları bölgelerde büyük oranda yerleşik hayata geçtiler. Narlıdere, Kızıldağ’da konargöçer olarak yaşamış Tahtacıların bir kısmının yerleşik hayata geçtiği bölgelerden biridir. Tahtacıların bağlı olduğu iki ocaktan biri olan Yanyatır Ocağı’nın da merkezidir.
Meral Salman Yıkmış ve Funda Adıtatar sosyoloji ve tarih disiplinlerini bir araya getirerek yaptıkları bu çalışmada, Narlıdere’nin mekânsal dönüşümünü, Tahtacıların yerleşik hayata geçmeye başladıkları 19. yüzyıldan günümüze yaşadıkları toplumsal değişmeyi, ekonomik ve dinsel örgütlenmelerindeki çözülmeyi ve topluluğun kendini yeniden üretme sürecini anlatıyor.

Türkiye, etno-kültürel bileşimi bakımından bir “mozaik” ise eğer, onun en nadide parçalarından birinin Hatay olduğuna kuşku yok. Biraz romantizmle, Hataylılık kültüründen, kimliğinden söz edebiliriz. Farklı dinlerden ve etnik kökenlerden insanlar, Hatay’da birarada yaşıyorlar. Kimi gerilimlerle, ayrışmalarla… ama neticede şu veya bu şekilde birarada yaşıyorlar. Şu veya bu şekilde, bir hoşgörü geleneği var. Elinizdeki kitapta görüşleri aktarılan bir Nusayri Alevi’nin deyişiyle: “Gavur lafı falan geçmez buralarda…” Fulya Doğruel’in çalışması, bu birarada yaşama kültürünü, Antakya ve Samandağ’daki Alevi Nusayri, Arap Hıristiyan ve Ermeni toplulukları örneğinde inceliyor. Uzun süreli ve yakın ilişkileri içinde dinsel ritüelleri arasında bile etkileşimler yaşanan bu toplulukların, iş hayatlarında, boş zamanlarında, toplumsal bağlarında, dinsel pratiklerinde, politik ilgilerinde kendilerini, birbirlerini ve başka toplulukları nasıl algıladıklarına; Türkiye’deki konumlarını nasıl yorumladıklarına; “laik-modern” bir Türk vatandaşlığı kimliğiyle nasıl özdeşleştiklerine bakıyor. Birarada yaşamanın, hoşgörünün “şu veya bu şekilde”si de önemli… Hatay’daki topluluklararası iyi ilişkilerin özgül koşullarını, maddi dinamiklerini de görüyoruz bu kitapta. Aynı zamanda, bu iyiliği kırılganlaştıran riskleri de…

Bu kitapçıkta, 1970’li yıllarda Doğu Dersim /Tunceli köylerinden çekilmiş fotoğraflar yer alıyor. Köylülerin portrelerini içeren bu fotoğraflar, yanı sıra kırsal kesimden büyük kentlere ve Avrupa’ya göçün bir sonucu olarak artık var olmayan köy yaşamının da izlerini taşıyor.
Köyden kente göçün yoğun olarak yaşandığı o dönemlerde; Berlinli genç etnolog Peter J. Bumke, bu göçün ekonomik ve sosyal nedenlerini araştırmak için Doğu Anadolu’ya, Dersim’e gitti. Bildiğimiz kadarıyla Dersim’de uzun süre kalan ilk yabancıydı. Köylerde yaşadı; sakinleriyle röportajlar yaptı, onların destansı şarkılarını kaydetti, fotoğraflar çekti. Alevi Kürtlerin dini geleneklerinin yok olmaya yüz tuttuğu bir döneme denk gelmesi nedeniyle, Bumke’nin gözlemleri artık değerli tarihi materyalleri temsil ediyor. Burada – 1978 tarihli fazla bilinmeyen bu metinde – Bumke; Anadolu’da gözlerinin önünde cereyan eden değişen ekonomik koşulları ve kapitalist modernitenin bu engebeli dağlık bölgeye girişini analiz ediyor.
Elinizdeki kitap, Kürt Alevilerin kutsal toprakları Dersim’in önde gelen hac mekanlarından Kemeré Duzgı’da yapılan etnografik alan araştırmasına dayanıyor. Çalışma, yerel etno-kültürel imgeleri, sembolleri, anlatıları ve ritüel kalıpları izleyerek Kürt Alevilerde kültürün yeniden üretimine hem toplumsal hem bireysel dindarlık boyutlarıyla odaklanıyor. Sosyal akışın mekânsal yansımalarını inceleyerek bütünsel bir etno-politik analizi hedefliyor. Antropolojik bilgi üretiminin insanın yaratıcı eylemiyle kurduğu deneyimsel etkileşimden aldığı ilhamla Kemeré Duzgı’nın patikalarından başlayıp kendisi hakkında bilinen ve de üretilmiş yeni söylencelere, dağda hızla kurumsallaşan tapınak ekonomisine, resmedilen dönüşümde dikkat çeken içsel ve dışsal aktörlere ve beklentilerine, bu sosyal akışı yöneten çoklu müzakerelerin yaratıcı, manipülatif, direngen karakterine dek, okuru, Kürt Alevilerin kolektif aklında yığılarak biriken anlamlar evrenine uzanan bir yolculuğa çıkarmayı hedefliyor. Yanı sıra, günümüzde Alevilik araştırmalarında belirli kalıplara oturmuş metodolojik problemler için eleştirel tartışmalar açmayı da amaçlıyor. Kitabın en önemli iddiası, talip çoğunluğunun Kürt Alevi kimliğinin toplumsal yeniden üretiminde belirleyici statüler ve roller kazandığıdır. Bu gelişmeye yol veren en belirgin -maddi ve sembolik- etkenlerden birisi de Raa Haqi inancına özgü jiare (kutsal mekân) kültlerinin kuvvetle beslediği bireysel dinsellik alanıdır.

(Yazarlar) Amed Gökçen, Bade N. Çayır, Zeynep Altop
Kaz Dağları’ndan Toroslar’a Tahtacı Türkmen Alevileri adlı bu kitap 2015 yılından itibaren Çanakkale, Balıkesir, İzmir, Aydın, Manisa, Muğla, Denizli, Burdur, Antalya ve Mersin’de sürdürülen antropolojik çalışmanın bulgularına dayanmaktadır. Tahtacı topluluğunun sesli ve yazılı ürünlerini kayıt altına alan çalışma, dijital ortamda dinlenmek üzere hazırlanmış ses kayıtlarından ve bu ses
kayıtlarında yer alan nefes, dua ve türkülerin ait olduğu dini ve kültürel arka planı anlatan bir metinden oluşmaktadır. Amed Gökçen, Zeynep Altop ve Bade N. Çayır’ın uzun bir döneme yayılan çalışması, titiz ve detaylı bir biçimde kaleme alınmış bir kültür anlatısı olmanın yanı sıra, 200’e yakın nefes, dua ve türkünün kaydını dijital ortamda erişilebilir kılarak araştırmacılara ve konuya ilgi duyanlara muazzam bir arşiv sunmakta ve etnografik saha çalışmasının iyi bir örneğini oluşturmaktadır.

Etno-Dinsel Bir Kimlik Olarak Alevi Kürtlüğün İnşası 2019
Sabır Güler Sevli
“‘Sünni Türklük’ün yanında, ‘Alevi Türklük’ ve ‘Sünni Kürtlük’ de artık toplumsal ve siyasal düzeyde tartışmasız kabul edilen etno-dinsel kimlikler iken, ‘Alevi Kürtlük’ gerek bu çoğunluk kimlikler tarafından gerekse resmî düzeyde çoğu zaman reddedilmekte, birinin kabulü diğerinin reddi şeklinde bir kodlamaya tabi tutulmaktadır. Sünni Türk ve Alevi Türk tarafı ‘Alevinin Kürdü mü olur?’, Sünni Kürt tarafı ise ‘Kürdün Alevisi mi olur?’ söylemi ile bunu hayata geçirmektedir. (…) Bu durum, Alevi Kürtler içerisinde de yansımasını bulmakta ve Türk cephesinin bakış açısına yakın bir şekilde ‘Alevilikte yetmiş iki millete bir bakılır’, ‘Alevinin Kürdü mü olur?’, ‘Ben Aleviyim, Kürt değilim’ şeklindeki söylemlerle kendisini göstermektedir.”
Etno-dinsel gerçekliğin ötesinde, bir siyasi varlık olarak Alevi Kürt kimliğinin inşasını inceleyen bir kitap: Selçuklu, Osmanlı ve zamanımıza uzanan süreçte hem etno-dinsel ve etno-politik gelişimin tarihine bakıyor, hem bu tarihin nasıl yeniden keşfedildiğini sorguluyor. 1980’lerdeki yenidenuyanışa, Sivas ve Gazi Mahallesi katliamlarının ve Kürt hareketinin etkisine özel bir ağırlık vererek…
Sabır Güler Sevli, zihin açıcı bir dörtlü mukayese ekseni de kuruyor kitabında: Alevi Kürtleri Heryerdekiler’le (Müslümanlar), Uzaktakiler’le (Ezidiler), Güneydekiler’le (İran ve Irak’taki “Ehl-i Haklar”), Buradakiler’le (Zaza Alevilerin ayrıksılığı) ilişkileri içinde ele alıyor. “Tabunun tabusu” diyebileceğimiz bir konuda, açık zihinli ve doyurucu
bir çalışma.

Hamit Aktürk
Sözlü kültüre ve dedelerin uygulamalarına dayandığı modern öncesi zamanlarda yol bir sürek binbir ilkesi ile ifade edilen Alevilik, birbirinden farklı pek çok uygulamalara kaynaklık edebiliyor ve bu, Aleviliğin bir zenginliği olarak değerlendiriliyordu. yol tek olduğu sürece sürekteki farklılaşmalar toleransla karşılanmıştır. Ancak modernleşme ve şehirleşme sonrası dedeliğin sembolik bir figüre dönüşmesi ve ocakların neredeyse ortadan kalkmasıyla, şehirlerde oluşan Alevi ekolleri arasında artık bu farklılıklar birer zenginlikten çok, temsil ve otantiklik yarışında birer araca dönüşmüştür. Daha önceleri var olan inançsal yakınlık ve uygulama farklılıkları, şehirlerde tektip uygulamalara dönüşmüş, siyasi yaklaşım farklılıkları Alevi ekollerini birbirlerinden tamamen uzağa itmiştir. Şehirleşme, modernleşme, göç gibi süreçler yolu çoğaltırken, süreği tektipleştirmiştir. Şehir ortamında, geleneksel Alevilikten farklılaşan birçok Alevilikler ortaya çıkmıştır. Tabiri caizse geleneksel Alevilikte bir olan yol birçok patikaya bölünmüştür. Modern dönemde farklı Alevi ekollerinin ortaya çıkması ve her ekolün imkanları ölçüsünde örgütlenmesi Aleviliği, kendi tabirleri ile çok merkezli bir yapı haline getirmiştir. Bu çok merkezli yapının tahlilinde anahtar kavram Ali figürüne yüklenen anlamdır. Zira genelleyerek söylersek; Ali’nin ne ve kim olduğuna bağlı olarak birbirinden tamamen farklı Alevi cemaatleri ortaya çıkmıştır.

Cemal Salman
Elinizdeki kitap Alevilerin siyasal ve toplumsal baskı altında, kabaca beş yüz yılda oluşturdukları temel yapı-kurum, tavır-tutum, inanç-kültür değerleri ve gündelik yaşam pratiğinin 1960’lardan itibaren büyük kentlere ve diasporaya göçle beraber geçirdiği büyük dönüşümü konu ediniyor.
Çalışma, sosyo-ekonomik yapıdan mekân pratiğine, inanç ve kültür öğelerinden toplumsal kurum ve aktörlere, kimlik tanımlarından siyasal tutumlara kadar çok boyutlu ve çok katmanlı bir nitelik taşıyan bu dönüşümü, hem zaman hem mekân yönünden konunun bütün boyutlarını kapsayacak bir bütünlük içinde ele alıyor. Mev-cut literatürün sınırlayıcı kalıplarını ve çoğu önemli yanılgılara kapı aralayan eğreti-tarafgir varsayımlarını eleştirerek irdelerken, göç ve kentleşme alanında birikmiş literatürü ve kavram dağarını Aleviliğe özgü kavramlar çerçevesinde yeniden yorumluyor.
Sivas-Yıldızeli kırsalından Türkiye’nin büyük kentlerine ve Avrupa içlerine uzanan oldukça geniş bir sosyo-mekânsal düzlemde Alevilerin göç güzergâhını izleyen uzun soluklu bir alan araştırmasının ürünü olan bu eser, okurunu, Aleviliği ve Alevileri dönüşüme uğratan bir süreğin hikâyesinde ufuk açıcı bir gezintiye çıkarıyor: Uğrağında ocaklar, eski köy cemleri, keskin dedeler, görgü, ziyaret; kentte tutunma ve ayrımcılık hikâyeleri, cemevleri, gösteri cemleri, kentsel ilişki ağları, dernekler, aydınlar, yeni kimlik tanımları ve daha nicesi olan bir gezintiye…

Kızılca Yürür
Dersim Aleviliğinde, beden reddedilmesi gereken, günahlarla ve günahkarlarla kaynayan bir zindan değildir. Beden bir cennettir, öz, can v beden birbirinden razı gelirse, ölümsüzdür. İçine haramileri sokmamak için canımızı dişimize takıp uğraşırsak, cenneti yeryüzünde yaşarız, ki Dersim Aleviliğinde dünyanın ötesinde bir cennet yoktur, cennet de cehennem de buradadır.

Alevilik 2019 Nejat Birdoğan
Nejat Birdoğan, 30 yılı aşan bir gözlemin ve araştırmanın ürünü olan bu kitabında, Anadolu gizli kültürü Aleviliği gün ışığına çıkarıyor.
Kitaptan bazı konu başlıkları: Alevi Tarihi… İslam Öncesindeki Kimi Oğuz İnanışları, Selçuklu Yönetiminde Oğuzlar… Oğuzlar Anadolu’da… Baba İshak Ayaklanması… Hacı Bektaş ve Mevlana… Osmanlılar Döneminde Aleviler… Şah Kulu Ayaklanması… İslam Tarihi ve Aleviler… Aleviliğin Coğrafyada Dağılışı ve Ocaklar… Alevi İnanç ve Kültürü… Alevilikte Kur’an’a Bakış… Alevi Hukuku-Düşkünlük… Alevi Felsefesi… Alevilikte On İki Hizmet… Dört Kapı-Kırk Makam… Alevi Törenleri… Alevi Cemlerinde Dualar… Alevilikte Kurban… Alevilikte Ölüm… Alevilikte Sayılar ve Renkler… Anadolu Bacıları (Bacıyan-ı Rum)… Alevi Zakirleri ve Ozanları… Alevi Müziği… Samahlar… Alevilik-Şamanlık İlişkileri… Alevilik-Ahilik İlişkileri… Alevilik-Hıristiyanlık Benzerlikleri…
Belli günler vardır hayatımızda, unutamadığımız günler. Mutluluk duyduğumuz, önümüzde yeni bir ufkun açıldığı günlerdir bunlar, Irene Melikoff la tanıştığım gün de benim için böylesi günlerdendir işte. Daha önce, Türkçeye çevrilen bir-iki incelemesini okumuştum Melikoff’un. Özellikle Alevilik-Bektaşilik konusunda dünyanın önde gelen Türkologlarından biri olduğunu biliyordum. Makaleler okunduğunda, Irene Melikoff’un, Alevilik-Bektaşilik olgusunu derin bir bilgi ve görgüyle değerlendirdiği; sahip olunan bir kültürün tarihsel-toplumsal sürekliliğini bilimsel verilerle saptadığı görülecektir. Artık bize düşen, onun bu çabası önünde saygıyla eğilmek ve açtığı yolda çalışmayı onu örnek alarak sürdürmektir. Atilla Özkırımlı
Melikoff, sonradan anne ve babasından duyduğu bir kaçış hikayesini, sanki kendisi de görmüş gibi heyecanla anlatır. Rusya’da Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği gündür. Bolşevikler iktidara gelmişlerdir; tarih, eski Rus takvimine göre 25 Ekim-7 Kasım 1917. Yalnız bir halkın değil, insanlık tarihinin de dönüm noktalarından, Stefan Zweig’ın deyimiyle “yıldızın parladığı an”lardan biri. Söylemeye gerek yok: Bir ana-baba günü. Aynı gün, Petrograd’da, petrol krallarından baba Melikoff’un 40 odalı konağında, bir kız dünyaya gelmiştir. Annesi gibi güzel. Slav sarışını tombul bir bebek. Adını Irene koyarlar yavrunun; geleceğin ünlü Türkologu Irene Melikoff’tur bu.. 18 yaşında Halide Edib’in Ateşten Gömlek’ini okur, bu kitap Atatürk’e karşı büyük bir hayranlığa götürür kendisini. Yüksek tahsilini yaparken hocaları olan özellikle Jean Deny ile Louis Massignon ve Henri Masse’nin de, meslek yaşamının ana çizgilerinin çizilmesinde büyük rolleri olur. Türk dilinin derinliğini ve yetkinliğini Jean Deny’den öğrenirken, Louis Massignon da, kendisini Sufiliğe çeker. Meslek yaşamının gelişmesinde, başka ünlü kişilerin etki ve yardımlarını görecektir. Bunlar arasında Salih Zeki Aktay’ı, Ömer Lütfi Barkan’ı, Faik Reşit Unat’ı, Fuat Köprülü’yü özellikle zikretmeli. Balkan’dan bahsederken, “onun ölümü yalnız kültür dünyası için değil, benim için de büyük boşluk oldu” der. Bektaşiliğe ve Aleviliğe merakını uyandıran da, başta Fuat Köprülü olmuştur. Server Tanilli
1969 yılı, Melikoff’un yaşamında büyük bir dönüm noktası olur. 0 yıl, Bektaşilik üzerinde araştırmalarda bulunurken Alevi dünyası ile karşılaşır. Bir “revolution”dur bu onun için, “manevi bir uyanış” da diyebiliriz; çünkü bütün yaşamına olduğu gibi, fikri yaşamına da yeni bir yön verir bu. İşte, o tarihten başlayarak,
çalışmalarında temel konusu, Bektaşilik, Alevilik ve Kızılbaşlık olacaktır.

II. Abdülhamid Dönemi Alevi Algısı ve Siyaseti 2019
Yalçın Çakmak
Osmanlı’da devlet zihniyetine kayıtlı Kızılbaş/Alevi algısı devlet politikalarına yansımış mıdır? Uzun süren bir mutlak iktidar döneminde Kızılbaşlar/Aleviler hakkındaki belgeler, kurumlar arası yazışmalar, uygulamalar genel bir siyaset izleği sunabilir mi? Yalçın Çakmak, Sultanın Kızılbaşları’nda, II. Abdülhamid döneminin ve rejiminin kendi siyaset anlayışı ve araçları ile devletin genel Alevi politikası arasındaki paralelliklerle değişimlere yoğunlaşıyor. Birincil kaynaklar, Osmanlı arşivleri ile misyonerlerin arşivleri, faaliyet raporları, Alevi cemaatinin içindeki menkıbe ve anlatılar, cemaat içi gerilimlerle dayanışma pratikleri, II. Abdülhamid rejiminin merkez yöneticileri ile taşra idarecileri arasındaki yazışmaların gösterdiği farklı uygulamalar ve algılar arasında Alevi nüfusa yönelik politikaları inceliyor.

Bektaşiliğin Doğuşu 2019
Rıza Yıldırım
“Yeniçeri Ocağı’nın Osmanlı Devlet sistemindeki merkezî yeri göz önüne alınırsa, Bektaşi Tarikatı ve Osmanlı Devleti arasında ne kadar yakın ve güçlü bir bağ bulunduğu anlaşılacaktır. Öte yandan, Bektaşilik, paradoksal bir şekilde, Osmanlı dinî-siyasal kültürünün çevresine itilmiş unsurların toparlandığı bir şemsiye kimlik işlevi
görüyordu. (…) Birbirine taban tabana zıt görünen bu iki işlev aynı tarikatta nasıl bir araya geldi? Bektaşi Tarikatı, bir yandan Osmanlı sisteminin dışladığı gayrimüteşerri [şeriat dışı] derviş dindarlığının birleşme ve kaynaşma platformu haline gelirken diğer yandan nasıl sistemin çekirdeği olan Yeniçeri ordusunun resmî tarikatı olabildi?”
Bektaşi Tarikatı’nın, Hacı Bektaş’tan başlayıp Balım Sultan’a kadar uzanan yaklaşık iki yüz elli yıllık oluşum serüvenini anlatan bir kitap… “Bektaşi Yolu’nun kurucuları olan Abdal Musa, Kızıldeli ve tabii Hacı Bektaş Veli’nin tarihsel kişilikleri ve hikâyeleri etrafında anlatılan söylenceler… Anadolu’da Hacı Bektaş Dergâhı, Rumeli’nde Kızıldeli Dergâhı, Rum Abdalları ve Çelebi Ailesi arasındaki karmaşık ilişkiler… Balım Sultan ve Tarikat’ın kuruluşu…Tarikatın kapatılmasından sonraki gelişmeler; Kızılbaşlar’ın Hacı Bektaş Ocağı’na bağlanması ve “Tarık-Pençe” ayrışması…
Rıza Yıldırım, Alevilik tarihi üzerine incelemelerinin bu halkasında, Bektaşiliğin tarihsel oluşumuna ve tasavvur dünyasına ışık tuttuğu gibi, genel olarak Ortaçağ Anadolusu’nda dinî hayat hakkında son derece canlı bir tablo çiziyor.

Arap Aleviler, Türkiye’nin çok kültürlü yapısı içerisin-de yer alan etno-dinsel kimlik gruplarından biridir. Arap Aleviler yüzyıllardır Akdeniz çevresine yerleşmiş bir heterodoks islam topluluğu olarak bilinmektedirler. Kendilerini etnik olarak Arap, dinsel olarak Alevi kimliğiyle ifade eden bu topluluk mensuplarının yaklaşık dört yüz yıl süren Osmanlı egemenliğinden sonra bir kısmı Suriye, bir kısmı Lübnan, geriye kalan kısmı ise Türkiye Cumhuriyeti egemenliği altında yaşamaktadırlar. Söz konusu yaşam alanlarında 20. yüzyılın başında büyük iktisadi, siyasi ve toplumsal dönüşümlere tanıklık edildi.
“Bir insanlık mirası göz göre göre kayboluyordu. Ve biz, her bir görüşmemizde bu gerçeği biraz daha yakından gözlemliyor, bu büyük kaybın hüznünü biraz daha derinden seziyorduk. Bütün anlatıcılar bir kayıp hikâyesi anlattıklarının farkındaydı. O yüzden hep hüzünlüydüler. Ve yine o yüzden hep daha fazla anlatmak istediler.”
Aleviliğin, gitgide kaybolmakta olan bir katmanını ele alıyor bu kitap: Rıza Yıldırım’a göre, günümüz Aleviliğinin en alt katmanını oluşturan geleneksel Aleviliği. “Yalıtılmış, sıkdokulu, kırsal” ilişkilere dayanan, “mistik ve mitik nitelikli dogmalar”la kendini sözlü iletişimle yeniden üreten bir kültür olarak tasvir edilen geleneksel Alevilik, aktarım kanalları hayli tıkanmış olduğundan, bir tür “gizli kaynak” havası taşıyor.
Tokat-Amasya-Sivas-Çorum bölgesinde 670 Alevi köyünde dört yüzü aşkın dede, baba, âşık ve anayla derinlemesine mülakatlara dayanan bu çalışma, geleneksel Aleviliğin dünyasına geniş bir bakış sunuyor. Kolektif belleğin haritasını çizen, menkıbeleri, yazılı metinleri ve inanç temellerini anlatan çalışmada; dinî olmanın yanında edebî bir değer de taşıyan zengin bir kolektif menkıbe örnekleri derlemesi yer alıyor. İbadetler, cem töreni, ocak, dedelik, taliplik, musahiplik kurum ve ilişkileriyle, geleneksel Alevi toplum düzeninin canlı bir resmi çiziliyor.
Modernleşme ve kentleşmenin etkisi altında çözülürken, oluşum sürecindeki modern Aleviliğin temel kaynağını oluşturan bir “eski” Aleviliğin, son derece canlı bir portresi.
“Aleviliğin 1990’larda bir kimlik siyaseti biçiminde örgütlenmesi siyasetin kültürel dönüşümünün doğrudan bir sonucu olsa bile, Alevi hareketinin seyri, onun yürüttüğü mücadeleyi klasik bir kimlik siyasetinden farklı kılmaktadır. Alevi hareketi, Müslümanların İslâmî değerler üzenine bina edilen bir kamusal alanda kendi dinlerini yaşamasını savunan siyasal İslâm’dan veya anadilde eğitim ve özyönetim gibi kavramlar etrafında Kürtlerin Kürt kimliklerini özgürce yaşayabileceği bir sosyo-politik düzlemi hedefleyen Kürt hareketinden farklı bir politikleşme seyri izledi. Alevi hareketi, büyük ölçüde, Alevilerin tikel kimliklerine vurgu yapan ve farklılıklarını özgürce yaşamasını amaçlayan bir siyasî dil yerine, Alevilerin toplumsal yaşama, Alevi olmayanlarla eşit düzlemde katılmasını savunan bir siyasî hat izledi.”
Modern Türkiye tarihinde Aleviliğin politikleşmesinin 1960’lardan başlatılabilecek olan seyrinde, ne gibi aşamalar tespit edebiliriz? Mehmet Ertan, 1960-1980 dönemini, “örtülü politikleşme” olarak ele alıyor. 1980’lerden ’90’lara geçerken ise, kimlik politikasının belirleyici hale geldiğini ve Aleviliğin müstakil bir sosyal harekete kaynaklık ettiğini gözlüyor.
Peki, “Alevi uyanışı” olarak da adlandırılan bu politikleşme hangi dinamiklerle, hangi tartışmalarla ilerledi? Aleviliğin dinsel kültürünün, uzun ve kısa dönemli mağduriyet hafızası (uğradığı katliamlar), etno-kültürel çoğulluk ve coğrafi dağınıklık gibi özgül etkenlerin bu süreçteki etkisi nedir? Bu gibi sorular etrafında, Alevi sosyal ve siyasî hareketinin son yirmi-otuz yıldaki gelişiminin ayrıntılı bir incelemesi… Dernekler etrafında şekillenen siyaset ve tartışmaların yanı sıra, Barış Partisi tecrübesinin gösterdiklerine de bakarak…
“Bu çalışma Kızılbaş-Alevi dindarlığının ‘neleri’ değil ‘nasılları’ ile ilgilenmektedir. Kızılbaş sufiliğinin oluşum sürecini çevreleyen toplumsal ve siyasal muhiti incelemek suretiyle, onun yarattığı dindarlık biçiminin ideolojik, itikadi ve ameli kalıplarının arka plan referanslarını ortaya çıkarmayı denedim. Esasen kendi iç geleneğinde Muhammed Ali Yolu olarak adlandırılan Kızılbaş-Alevi dindarlığının inanç ve ritüel boyutlarını anlayabilmek için öncelikle bu ‘bilinçaltı yapıları’nı oluşturan arka planın belirlenmesi gerekiyordu.” Rıza Yıldırım, 14.-15. yüzyıl dönümünün büyük toplumsal ve siyasal çalkantıları içinde Anadolu’da Aleviliğin doğuşunun “macerasını” anlatıyor.
Göçebe Türkmenler Anadolu’ya göçe durdukları 12.-13. yüzyıllarda, eski Türk, Mezopotamya ve Anadolu gelenekleri ve inançlarıyla müslümanlığı nasıl bağdaştırdılar; nasıl bir dindarlıkla geliştirdiler? Göçebe-aşiret yaşam tarzına dayalı sosyo-politik düzenle, İran-İslâm kültürü ve yerleşikliğe dayanan toplum yapısı arasındaki gerilim nasıl evrildi ve Osmanlı devletiyle ilişkileri nasıl “yoldaşlıktan düşmanlığa” dönüştü? Bu süreçte tabandaki Türkmen dindarlığı ile Safevi doktrini ve Şah İsmail etkisinin bileşimi nasıl Kızılbaş sufiliğini meydana getirdi? Bir devrim ideolojisi mahiyeti taşıyan ancak “devlet” olacak teolojik ve hukuki aygıtları bulunmayan bu oluşum, Çaldıran Savaşı’nın ardından nasıl bir değişime uğradı ve Mehdici-devrimcilikten uzaklaşarak Osmanlı dünyası içinde “yerleşmeye” yöneldi? Hem son derece ayrıntılı, canlı bir hikâye hem de tarihi “anlamanın” yordamını gösteren, güçlü bir teorik analiz

Sosyo-tarihsel Bir Analiz 2017
Dilek Kızıldağ Soileau
Koçgiri Aşireti’nin merkezi olarak bilinen Sivas-Ümraniye’de 6 Mart 1921’de yaşanan birtakım “asayişsizlik” olaylarını haber alan Ankara hükümeti asayişi tesis etmek ve olayların büyümesini önlemek amacıyla bölgede örfi idare ilan etmiş, Nurettin Paşa kumandasında bir ordu görevlendirerek bölgeye göndermişti. Bastırma harekâtı sırasındaki yoğun şiddet uygulamaları, yapılan şikâyetler sonucu Meclis’in de gündemine alınmış ve durumu yerinde incelemek, olayların faillerinin ve askerî harekât sonrasında meydana çıkan elim tabloda sorumluluğu bulunanların tespiti için “Koçgiri Tahkikat Heyeti” ismiyle bölgeye bir kurul yollanmıştı.
Dilek Kızıldağ Soileau tarihe “Koçgiri İsyanı” olarak geçen, gerek resmî tarihin gerek Kürt milliyetçi tarih yazımının önemli duraklarından biri olan Koçgiri İsyanı’nı birçok boyutuyla, kapsamlı bir biçimde ele alıyor: “Kürt devleti kurmak için girişilen bir Kürt isyanı” olup olmadığını, Alevi Kürtlerin olaylara dahlini, olayların “isyan” niteliği taşıyıp taşımadığını inceliyor. Bunu yaparken tarihsel, sosyal ve kültürel arka plana olduğu kadar resmî belgelere de bakıyor.
Koçgiri İsyanı, Meclis Arşivi’ndeki “Koçgiri Hadisesine Dair Heyet-i Tahkikiye Raporu”nun tamamının edinilerek kullanıldığı ilk akademik çalışma.

Alevilik ve Kadın 2016
Nimet Okan
“Bizim erkeklerimize göre kadın dediğin evde oturur, işini yapar, gücüne bakar, bir yere gitmez… Alevilerde kadın-erkek eşittir yok. Onlar sözde… Çoğu [kadın] ceme giderken bile eşinden izin alıp gidiyor.”
“Çok fena küsüyorum, kararıyorum o insanlara… Mal mülk için ‘O kız, bu oğlan,’ diyorlar; ‘Kız ele gidiyor, alıyor götürüyor malı,’ diyorlar. Kızı ‘el’ görüyorlar.”
“Babam ‘Sünni olmasın, isterse köyümün en kötüsü olsun; yeter ki kızım dışarı gitmesin,’ derdi; dediği de oldu.”
Alevilik, kadın-erkek eşitliğine yaptığı vurguyla zaman içinde zihinlerde belli bir yer edindi, ancak bu eşitlik iddiasının gerçek hayata ne kadar taşındığı meçhul… Nimet Okan, bu sorunun peşinden gidip topluluğun kadınlarına kulak vererek, günlük hayatın içine gizlenmiş ayrımcılıkları tek tek tespit ederek, sözde kalan bir eşitlik iddiasının aslını gün yüzüne çıkarıyor. Okula yazdırılmayan, hekime gönderilmeyen, miras hakkı çoğu zaman gasp edilen kadınların hikâyelerini öğreniyoruz. Canların Cinsiyeti, bizi Alevilik gelenekleri içinden geçirerek onun özel bir koluna, ismini bir kadından alan Anşabacılı topluluğunu keşfe götürüyor. Tarihi Osmanlı dönemine uzanan bu topluluk da isimlerinden başlayarak cinsiyetlerarası eşitliğe yaptığı vurguyla tanınıyor, posta oturan “bacı”larıyla gurur duyuyor. Nimet Okan ise görünürdeki gurur perdesinin arkasında kalan isyana, Alevi kadınların isyanına dikkat kesiliyor. Bunu yaparken, devlet nezdinde karşılığını bulan Alevi-Sünni ayrımına, Alevilerin kendi içlerindeki dinî-sosyal-ekonomik hiyerarşiye, büyük kentlerde keskinleşen sınıf farkına değinmeyi de ihmal etmiyor. Canların Cinsiyeti, sloganlara-klişelere düşmeden, gerçekleri “keşfetmek” için…

Alevilik, Ermenilik, Kürtlük 2016
Gürdal Aksoy
“… Duzgı’nın Mehr’in (Avesta Mithra) bir devamı olduğu şeklindeki yakın tarihli bir tespite ek olarak, Zerdüşti Ermenilerin tanrısı Vahagn ile Dersimli Alevi Kürtlerin evliyası Tujik Bava arasındaki devamlılık da Ermenilerin Alevi Kürt kültürü üzerindeki etkileri ya da devamlılığı babında, satırlar arasında kaybolacak türden bir bulgu değildir…”
Özellikle Alevi ve Kürt kültür tarihi üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Gürdal Aksoy, bu kez Dersim’in karanlıkta kalan bir yüzüne ışık tutuyor: Dersim kültür tarihini detaylı bir inceleme altına alarak söz konusu topraklardaki devamlılıkları, geçişkenlikleri, etkileri, değişim ve dönüşümleri ortaya koyuyor. Bilhassa Ermeni tarihiyle iç içe geçen Kürt tarihinin Dersim sathındaki genel kültürel manzarasını tasvir etmeye çalışan Aksoy, sadece Ermeni ve Kürtlerin değil, Türklerin ve Süryanilerin de içinde yer aldıkları çok renkli bir mozaiği gözler önüne seriyor. Bunu yaparken yer ve kişi adlarının olduğu kadar dinsel figürlerin de peşine düşerek hem kimlik mücadelelerine hem de “öteki” olma haline kültürel, sosyal, politik açılardan bakıyor. Dersim’de Ermeniler ile Alevi Kürtler arasındaki ilişkilerin tarihi, karşılıklı kültürel etkilenmeleri konusunda alanında ilk olma niteliği taşıyan Dersim-Alevilik, Ermenilik, Kürtlük inançlar ve kimlikler arasında kesin sınırlar çizmenin hiç de sanıldığı kadar kolay olmadığının, halkların birbirlerinin kültür hayatında derin izler bıraktıklarının kanıtı.

Geçmiş ve Tarih Arasında 2016
Erdal Gezik
Adem, Havva ve Şit’le başlayan insanlık macerasının Hazreti Muhammed’e kadar uzanan öyküsü, onun yeni dini ilan etmesiyle birlikte yaşanan sorunlar, her şeyden önce amcasının oğlu Ali ile olan ilişkileri, Kerbela olayı…
Erdal Gezik, çocukluk günlerinden itibaren dinlediği; tarihsel verilerin, efsanelerin, mitos ve söylencelerin birbirine karıştığı “büyüklerin” sohbetlerini yıllar sonra anlamlandırma çabası içine giriyor. Bir yandan incelikli bir sözlü tarih çalışması yürütürken bir yandan da temel bir sorunun peşine düşüyor: “Birkaçı dışında ellerinde kitap görmediğim bu yaşlı insanlar geçmişe dair bilgilerini nereden almışlardı? Dilden dile anlattıkları, uzak diyarlarda, uzak zamanlarda yaşanmış bu olaylar neden onları halen bu kadar heyecanlandırıyordu?”
Efsaneler, mitoslar, menkıbeler ve beyitlerden oluşan devasa bir hafızanın içine dalan Gezik, Alevi Hafızasını Tanımlamak’ta bu hafızayı daha yakından tanımaya, anlamaya, başka kültür ve medeniyetlerle derin bağlantılarını ortaya çıkarmaya çalışıyor. Tüm bu birikimin yalnızca tesadüflerin oluşturduğu bir miras mı, yoksa bilinçli bir tercihin sonucu mu olduğu sorusunu da aklından çıkarmadan.

Kitap, başlığıyla da belirtildiği üzere “Arapuşakları, Nusayriler, Hasibiler, Kilaziler, Haydariler, Arap Alevileri” gibi grup ve gelenekler üzerinden Fellâh / kırsal-etnolojik topluluk analizi çerçevesinde sosyolojik bir yaklaşım sunmaktadır. Özellikle, bu toplulukların modernleşme, kimlik dönüşümü, sosyo-dinamik yapısı ve değişim süreçleri üzerine yoğunlaşmakta; din, mezhep, etnisite ve sosyal yapı arasındaki ilişkileri tartışmaktadır. Kitap, antropoloji/etnoloji ağırlıklı veri-çözümlemeleri değilse de toplumsal yapıların, inanç gruplarının ve mezhepsel kimliklerin bir “sosyolojik / din-toplum” perspektifiyle ele alınmasına katkı sağlamaktadır.

Dinsel, Etnik ve Politik Sorunlar Bağlamında 2012
Erdal Gezik
Alevi Kürt kimliği üzerine yaptığı kapsamlı araştırmada Erdal Gezik, konuya çok geniş bir bakış açısıyla yaklaşıyor: Etnik ve dinsel tanımlamanın sorunlarını, dilsel ayrışmanın boyutlarını, Alevi-Sünni ilişkilerini, Şeyh Sait İsyanı ve Dersim 38 olaylarının kolektif hafızada yarattığı yarılmaları kültürel ve tarihsel boyutlarıyla ele alıyor. Gezik’in işlediği aşiret olgusunun önemi, çoklukla göz ardı edilen Dersimli Seyitlerin etkileri, Ankara’nın yürüttüğü siyasetin Alevi Kürt kimliğinin şekillenişinde oynadığı rol gibi konular, hem yeni sorular ve bakış açıları geliştiriyor hem de geçmişle günümüz arasında var olan sarsılmaz ilişkinin arka planına ışık tutuyor.
“Erdal Gezik’in çalışmaları, okuyucuları özel olarak Kürt Aleviler, genel olarak da Alevilik konusunda, yaygın şablonlardan uzak, yeni tarihsel ve sosyolojik yaklaşımlara davet ediyor. Gezik’in sakin bir üslupla geliştirdiği teorik ve eleştirel çerçeve, aynı zamanda Türkiye’de kimlik tartışmalarına da yeni bir boyut kazandırıyor. Gezik’in hem yazılı kaynakları hem de sözlü tarihin genellikle dikkate alınmayan kaynaklarını büyük ustalıkla kullandığını ve bunlardan yola çıkarak Alevilikle ilgili şimdiye kadar değişmez gerçekler olarak kabul edilen birçok postulatı sorguladığını da eklemek gerekli.”
Hamit Bozarslan
“Erdal Gezik’in okunmaya değer bu kitabı, Kürt Alevilerinin tarihine yöntem ve içerik olarak önemli bir katkıdır. Kitap, Bektaşilik ve batı Aleviliği üzerinden yapılan araştırmaların neticelerinin Alevilik için genel olarak geçerli olmadığına açıklık getiriyor. Anadolu Aleviliğinin anlaşılması için Dersim’in önemine vurgu yapıyor.”
Hans-Lukas Kieser

Antropolojik Bir Yaklaşım 2012
Dilşa Deniz
Dersim, kendine mahsus bir dünya. Üst başlıklardan taşan, Kürtlerle, Zazalarla, Alevilikle ilgili etno-dinsel ve kültürel tasniflere sığmayan bir yanı var. Dilşa Deniz, Dersim’e eğilen ilk antropolojik çalışmaya dayanan kitabında, bu kendine mahsus dünyaya davet ediyor okuru. Dersim’le ilgili yüceltici ve karalayıcı efsanelerin perdesini kaldırıp, olağanüstü incelikli bir bakışla, gerçek inanç dünyasına ve “gerçek efsanelere” eğiliyor. Şu merakın peşinde: “Orada, kendi halinde bütün baskılara ve engellere, saldırılara karşı sessiz, mütevazı özellikle de yaşlıların omzunda ısrarla taşınan o direngen, doku ve sembolleri neydi?”
Dersim’i anlamanın yoluna çıkarmakla kalmıyor bu kitap okuru… İnanç dünyasını ve inanç sembollerini okumanın, bir toplumu bunlar üzerinden anlamanın macerasına çağırıyor.

Bu calisma, Tunceli ilinde yasayan hkim Alevi nufus icerisinde azinlikta kalan Sunni topluluklari, kulturel kimlik ve din cercevesinde, etnolojik acidan degerlendirmeye calismaktadir. Eser,9 aylik bir antropolojik alan calismasinin urunudur. Sunni topluluklarin, din kimlikleri uzerinden, ulusal sosyo-politik kimlikle gosterdikleri ozdesligin; egemen sosyo-politik kimlik icerisinde otekilik kazanmis olan Alevilik ve Kurtluk algilari icerisinde kazanmakta oldugu otekilik konu edilmektedir. Sunni topluluklarin, yakin tarihi gecmiste ve gunumuzde sergiledikleri, kimlik eksenli, varlik stratejileri ve cevreleriyle olan iliskileri, calismada, karsilastirmali olarak analiz edilmektedir.

Alevi Hareketinin Siyasallaşması 2007
Elise Massicard
Türkiye nüfusunun yüzde 10 ilâ 30’unu heterodoks İslâm inancı teşkil ediyor. Aleviler bu heterodoks nüfusun önemli bir bölümünü oluşturuyor. Yalnızca dinsel inanç alanını değil, siyasal alandaki yönelim ve farklılaşmaları da belirleyen bir dinsel cemaat olarak Alevi nüfusun kendi dinamiklerini anlamak önem arzediyor. Alevilerin varlığı bir yandan laiklik ve Türk ulusal kimliği gibi meseleleri yeniden düşünmeyi gerektirirken, diğer yandan Alevilerin bu süreçte kendi siyasallaşma süreçlerini nasıl gördükleri ve nasıl anlamlandırdıkları da önem kazanıyor. Élise Massicard’ın 1980’lerden bugüne, hem Türkiye’de hem Almanya’daki Alevi hareketini inceleyen bu eseri, günümüz Türkiyesi’nde siyaset yapma tarzına ve kimlik sorununa yeni bir bakış getiriyor. Massicard bu araştırmasında yalnızca inanç ögelerine, sembolizme ya da motiflere bakmakla yetinmiyor. Aleviler arasındaki farklı politizasyon süreçlerini, etnik kimlik sorunlarını, siyasal tarihe yansıyan ya da yansımayan konumlanmaları ele alıyor. Dinî inanç, siyasal alan ve cemaat arasındaki ilişkileri oldukça çarpıcı bir analize tâbi tutan bu araştırma, Alevi hareketi ve siyasetle ilişkisini anlamak için önemli bir başvuru kaynağı.

Suriye Araplarının çoğunluğu Alevidir. Hatta Hatay başta olmak üzere Adana, Mersin gibi güney illerimizde de yaşayan Fellah veya Nusayri olarak bilinen yurttaşlarımızın inancıyla aynı olan bir Alevilik. Fakat bırakalım, son zamanlarda Ortadoğu politik gündemi dolayısıyla sık sık gündeme gelen, Suriye tarihi ve inançlarını tanımayı, Türkiye Nusayriliği (Arap Aleviliği) de pek az bilinmekte, tanınmakta Ülkemizde. Belki bu az tanınmanın bir sebebi de yeterli araştırma olmayışının yanında Nusayriliğin kendi inanç ve ritüellerini dışa karşı saklama, bilinçli gizlilik anlayışlarıdır. İşte Doç. Dr. Hüseyin Türk bu zorluğu da göze alarak günümüz Türkiye’sindeki inanç çeşitliğini kavramak ve Suriye’deki son toplumsal hareketlerin de tarihsel ve inanç arka planını anlamak için önemli bir kaynak oluşturacak bu kitabı kaleme almıştır. Kültürel antropolojik bir yaklaşımla yürütülen bu araştırmada, Arap Aleviliği olarak da bilinen Nusayrilik; etnik kökeni, kolları, tarihi, Hz.Ali inancı, din adamları, tabu ve kutsal yiyecekleri, ibadetleri, aile ve akrabalık ilişkileri, amcalık geleneği, bayramları, türbe inancı ve Hızır kültü, ölüm ve reenkarnasyon inançları çerçevesinde inceleniyor.

Ülkemizde gerek resmi görüş, gerekse sünni kesim tek bir islami duruş olduğu görüntüsünü inatla yaymaya çalışsa da, geniş kesimleri kapsayan heterodoks bir islami inanış ve kültür sistemi olan Alevilik, tarihsel ve aktüel tüm baskılara rağmen varlığını sürdürmeyi başarmaktadır.
“Başka bir İslam” olan Alevilik, resmi din eğitimi programlarında siyasal nedenlerden ötürü kendine yer bulamadığından, halk arasında enformel yollardan aktarılmakta, bu nedenle bir tür folk İslam olarak varlık kazanmakta ve belki de yüzyılların baskısına direnme gücünü bu özelliğinde bulmaktadır.
Öte yandan, bir inanç sistemi olan Alevilik, resmi İslam’ın siyasallaşmaya doğru izlediği değişim sürecinin aynasında kendine siyasal koridorlar açmak zorunda kalmıştır.
Günümüzde parçalanmış bir Alevi dünyası bulunmaktadır. Aleviler, kendi aralarında tanım ve kavrayışlarıyla farklılaşmaktadırlar. Murat Okan, bu kitapta Aleviliğin tarihsel sürecini inceledikten sonra, günümüzün iki etkin Alevi örgütünü (Pir Sultan Abdal Derneği ve Cem Vakfı) karşıtlıkları içinde mercek altına alıyor.

Tunceli’de Kutsal Mekan Kültü, geçmişten bugüne uzanan toplumsal yaşamın ve bu yaşamın izdüşümü olan kolektif hafızanın, ait olduğu coğrafi sınırlar içerisinde (Tunceli’de); uygulamaları, söylenceleri, çevresinde örülen değerleri ve yaşadığı gerilimleri ile bin yıllardır süregiden ‘kültürel değişim’in yaşanılmakla olan tarihsel kesintideki biçimine, ‘kutsal mekan’ boyutu ile eğilmeyi amaç edinmiştir.
Bu çerçevede, Tunceli’deki Alevilik algısı ekseninde, kutsal mekanlara ilişkin söylenceler ve ritüeller; alanı özgün kılan nitelikleri öne çıkaran bir kutsal mekan örneğinin (Düzgün Baba), Aleviliğin genelleşen/homojenleşen biçimi ya da kurgusu ile örtüşebilecek bir başka mekan örneği (Sultan Hıdır) ile karşılaştırılması ekseninde tartışılması, çalışmanın konusunu oluşturmaktadır.

Etnik ve Dinsel Kimlik Mücadeleleri 2000
Martin van Bruinessen
Kürt sosyopolitiği alanında bir klasik sayılan Ağa, Şeyh ve Devlet’in yazarı Martin van Bruinessen, ağırlıkla Kürtlerde din olgusuna yönelttiği araştırmaların ilk bölümünde Sünnîliği ele almıştı. (Kürdistan Üzerine Yazılar, 1992). Martin van Bruinessen, bu derlemesinde bu kez heterodoks uzanımlarıyla birlikte Kürt Alevîliği’ni inceliyor. Konuyu hem Anadolu Alevîliği hem de Ortadoğu’nun ve Kürtlerin İslam öncesi inanışları bağlamında ele alan yazar, bu verileri güncel konu ve problematiklerle de ilişkilendirerek yorumluyor. Bir kimlik hareketi olarak Alevîliğin/Alevî uyanışının Türk ve Kürt milliyetçilği ile sancılı ilişkilerini, örneğin Gazi olayları gibi hassas kesitlerde ele alınrken, bir yandan da Alevî inanç öğelerinin Hint din ve efsane dünyasındaki benzeşiklerine de uzanabilen geniş bir perspektif sunuyor.

Particilik Hemşehrilik Alevilik 1999
Harald Schüler
Alman siyaset bilimcisi Harald Schuler’e ülkesinde bir de ödül kazandıran bu ilginç ve önemli çalışma, Türkiye usulü sosyal demokrasinin ilginç organizmasını gözler önüne seriyor. Particilik nedir, nasıl işler? Hemşehrilik ‘şebekesi’ nasıl kurulur, nasıl ‘şebeke’ye dahil olunur? Alevi toplulukların Türk sosyal demokrasisindeki ağırlıkları nedir, destekleri seçim sonuçlarını nasıl etkiler? Yazar, özellikle sosyal demokrasinin yükseliş trendine girdiği ‘90’lı yılların başında, SHP İstanbul il örgütü örneğinden yola çıkarak, üyelik yapısını mercek altına alıyor. Kitabın en ilginç bölümlerinden birisi de, Erdal İnönü’ye yazılmış, üyelerin, sempatizanların ve de seçmenlerin “gerçek hayatta” sosyal demokrasiden ve partiden beklentilerini anlatan samimi mektuplar…





